2 Eylül 2010 Perşembe

Benim odam


Benim odam çok büyük bir oda değil. Klasik yatak, dolap, kütüphane üçlemesine ilave bir koltuk.

Koltuk artık eskimiş, yıpranmış kumaşıyla çalışma masamın hemen yanıbaşında. Arkası, odada fazlalık ne varsa ıvır zıvır eşya dolu. Koltuğun dayandığı duvarda asılı olan, küçük bir poster büyüklüğünde ki fotoğraf anneme ait.

Babamın koltuğuydu...

Yerdeki halı ise annemim bir zamanlar eve gelen taksitçilerden aldığı epey ağır bir el halısı.

Pencere pervazında oturan biblolarım, hergün evden çıkarken illa ki birini cebime attığım 7 uğurlu filim...

Kütüphanemin rafları arasında serpiştirilmiş, irili ufaklı bazı objeler...

Yatağımın başucunda, üstünde son okuduğum kitaplarımın durduğu rahle...

İçinde gerçeğinden ayrılmayacak kadar başarılı yapılmış kır çiçeklerimin durduğu el işi antika vazom...


Hepsi ailemden kalan eşyalar işte.


Geçen akşam, üst katta ki ufaklığın çığlıklarıyla biraz da korkarak uyandığımda, koridordan süzülen ışığın loşluğunda koltuğun üzerinde babamı gördüm!

Annem duvardan gözlerini üstüme dikmiş, sanki konuşuverecekmiş gibi bana bakıyordu.

Babaannemse yatağımın başucunda oturmuş, rahlede açık Kuran'-Kerim'i okuyordu.

Pervazdaki biblolar sallanıyorlardı sanki.

Kütüphane üstüme doğru gelmeye başladığında... inanılmaz terledim bir anda.

Kabus değildi, tüm sevdiklerim odamda canlanmıştı. Hem de gecenin en olmadık saatinde! Elimi uzatmaktan korkuyordum ama buradaydılar, tutmak istemiyordum sadece.

Onlar artık yaşamıyorlardı ki...

Ölülere dair hayaller bir yere kadar avutur insanı.

Elimi uzattığımda yok olacaklardı, biliyordum.

Usulca gözlerimi kapattım.


Ertesi gün nerdeyse bütün gün düşündüm.

Gidenlerden arta kalanlar aslında beni mutlu etmiyordu. Yaşanmış ve bitmişti. Kalbimizde, beynimizde kendisine ait yer bırakarak. Onları hatırlamak için eşyalara gerek yoktu. Anılara esir olarak yaşamamdan başka işlevleri yoktu bu eşyaların. Sıkıştığımda onlara sarılıyor, bana artık asla yardım edemeyeceklerini düşünmek bile istemiyordum. Giderek koltuk babam, halı annem, rahle babaannem oluyordu. Ve ben annemin üstüne basmaya kıyamadan nerdeyse zıplayarak dolanıyordum odamın içinde.

Gün sona ererken bir mobilya mağazasına girdim.

Kendi zevkime uygun geniş çok rahat modern bir koltuk aldım kendime. Ve koltuktaki renklere uyumlu dümdüz bir halı.

Eve dönünce yıllardır duvar panomda asılı olan kurumuş çiçekleri söktüm, hatıra diye sakladığım vapur, uçak, tren, sinema biletlerini söktüm.

Sevgiliye ait ne varsa attım.

Sonra zile bastım, kapıcıyı çağırdım. Koltuğu, halıyı ve ufak bir koliye doldurduğum bibloları, çiçekleri, verdim.

Eşyalarla yaşayan anıları yok ettim.


Gece, eşyasız kalan odamda yapayalnız, çırılçıplak, savunmasız hissettim önce kendimi.

Ama uzun sürmedi.

Önce babamın gülümsediğini hissettim, sonra annemin "pencere açık, üstünü ört" dediğini duydum. Babaannemin bana hep okuduğu hayır dualarının ne kadar tuttuğunu düşünüp hala benim için dua ettiğini anladım.


Ve hiç bir ölümün, gidenle kalan arasındaki anıları yoketmediğinin bilincine vardım.


Şimdiyse, kendi zevkime göre döşediğim capcanlı odama çok mutlu girip çıkıyorum, müzik odamı doldurduğunda çıplak ayakla dansedebilmenin keyfini yaşıyorum, eskimesinden hiç korkmadığım halımın üzerinde.


Ve yitirdiğim ailemi hiç unutmuyorum...


Bir dip notcuk: Ben ölürsem bütün eşyalarımı ihtiyacı olanlara verin, diye notlar koydum kitaplarımın arasına...

5 yorum:

  1. Anıları canlı tutan eşyalar değil, eşyaları anlamlı kılan onlara yüklediğimiz anılardır.

    Ben de "ölürsem anılarımı ihtiyacı olanlara verin" diye not düşeceğim hayata :)

    YanıtlaSil
  2. Sevdim bu anılar kısmını;) Yazdıklarının çoğunu kopyalıyorum zaten biliyosun bunu;)

    YanıtlaSil
  3. Teknik takip dedikleri bu olsa gerek :)))

    YanıtlaSil
  4. Ben ölünce kimseye bişiy bırakmıyıcam.Kısmetse sadece para :) onuda yerken kimse kimseyi hatırlamaz.Öldükten sonra kimsenin boğazında yutkunamadığı bir yumru olmak istemiyorum.Gelip geçti bu kadar :)

    YanıtlaSil
  5. çok güzel ifade etmişsin,ama üzüldüm okurken.

    YanıtlaSil