28 Mart 2011 Pazartesi

Basit ama anlamlı yaşama adımlarım

Garip bir çıkmazın açmaza dönüşmesini engellemek için sürekli düşünürken yazıyorum bu yazıyı.
Biraz da, mahkeme kararıyla erişimlerimizin engellendiği bloğuma "bugünlük" ulaşabilme mutluluğuyla, bencilce kendime ait duygularımı paylaşmak isteğimle.

Hızlı ama yavaş yavaş gelişen bir süreç yaşadım bir ay boyunca.
Yaşamıma ait almak zorunda olduğum radikal kararları alma ve uygulama süreci.
Yeni bir yaşama başlama süreci.
Hızlı bir başlangıca yavaş adımlarla ilerleyişimin nedeni ise, sadece yılların alışkanlıklarının, paylaşmışlıklarının bir anda yokediliveremeyeceği gerçeğiydi sadece.
Karmaşık gibi görünsede, basit.
Hani hem gitmeyi çok istersiniz, ve aynı anda çekinirsiniz ya, öyle bir durum işte.

İnsanın kendi adına aldığı kararlar, bazen sadece kendi kurtuluşu, uzaklaşması için olmuyor aslında.
Giderken geride bırakacaklarınızın yaşamını da yanınızda bulundurmak zorunluluğunuz da varsa, daha da zor oluyor gidişler.
Yani hem tam bağımsızlık uğruna bir mücadele, hem de hiç bir zaman tam bağımsız olamayacağınız gerçeği! Ve zaten olmak istemediğiniz gerçeği.

Kısaca yüzyüze olmak zorunda olduğunuz pek çok gerçek.

Oysa benim en sevdiğim şiirdir, Basit Yaşacaksın şiiri...
Ama unutuyoruz, hani cenazelerde hep bir kararlar alırız, artık şunu şunu yapmayacağım diye kendi kendimize sözler veririz ve unuturuz ya. İşte öyle, okuduğumuz şiirleri de unutuyoruz, bambaşka bir nedenle hatırlatılana kadar. Basit yaşamayı beceremiyoruz. Sanıyoruz ki yaşamı ne kadar karmaşık yaşarsak, o kadar daha kaliteli yaşıyoruz. Külliyen hata!
Sevmiyorum diyemiyoruz.
Seviyorum diyemiyoruz.
İstiyorum, istedim gibi kavramları "ek"leme yapmadan sunamıyoruz.
Hesaplaşmaları elimizden geldiğince erteliyoruz.
Sonra tutup bir nostalji rüzgarı estiriyoruz. Ne güzeldi eskiden... diye başlayan bir dolu cümlemizin anısına sığınıyoruz.
Farkına varamıyoruz, eskiden güzel olan şeyin "basit yaşamak" olduğunu.

Yeni yaşamıma biraz da bu karmaşıklıktan kurtulabilme ümidiyle başladım.
Eski ya da yeni yaşam olmaz. Biliyorum bunu. Sadece yeni kararlar vardır.
Bir zamanlar bir dergide okumuştum. Kendi mesleklerini bir kenara iterek, yapmak istedikleri mesleklerde başarıya ulaşan cesur kadınların gerçek yaşam öykülerini. Hayran kalmıştım.
Doğada örneği olan herşeyin taklit edilebileceği inancımla yola çıktım.
Biliyorum, kolay olmayacak.
Köstekleyenler, tutucular, inançsızlar ve hatta korkak çıkarcılar bir süre beni rahat bırakmayacaklar.
Ama yola çıktım bir kere!

Ve yazdıkça anladım ki, yazının başında sözettiğim açmazlardan, önce kendime inanarak, güvenerek ve sonrası inandırarak kurtulabilirim. Çıkmaz sanmaya başladığım her türlü duygudan arındırabilirim kendimi.
Zor olsa da başarabilirim bunu!

Küçük bir not: Bir gün bu yazıyı anlamlandıracağım söz veriyorum.

Önemli not: Basit Yaşayacaksın şiiri Düş Hekimi Yalçın Ergir'in. Kendisi aslında "diş hekimi". Düşlerini gerçekleştirmeyi başarmış bir insan.
www.ergir.com

20 Mart 2011 Pazar

Aslında yazmayacaktım

Gecelerden bir Cumartesi gecesiydi.
Haftalar sonrası, doyasıya eğlenmek, kafa dağıtmak, günümüz deyimiyle "reset" atmak ve elbet can dostlarla sohbetin doruğuna varmak için, kendimi özgürlüğün o doyumsuz tadına attığım gece.

Bir Cumartesi gecesi.

Mutlu bir geceydi. Yani "bencilce" mutlu bir gece.

Eve döndüğümde tarih henüz ertesi gün olmamıştı. Ve aynı günün öğleden sonrasında başlayan duruşma halen devam ediyordu! Nedim Şener ve Ahmet Şık duruşması.

Nedim ve Ahmet... gözaltına alınmaları bile başlıbaşına tartışma konusu "olmayacak", bu iki insan için, mutlu bir gecenin ardından, o ayaz gecede, sıcacık evimde sonucu beklemek can sıkıcılığına sadece 1 saat dayanabildim.

Beşiktaş Adliye'sine ulaştığımda, tanık olduğum ilk görüntüler, cılız bir kamera ve gülüşmelerle konuşan ufak bir kalabalıktı. Twitter'cıyız ya, anında bunu paylaştım.

O ne?

"Neee??" "sen kimsin ki?" "saçmaladın" "yanlış yerde olmayasın" veryansınları... Daha da acıtıcısı, sırf canımı acıtmak amacıyla benim orada reklamımı yapmak amacıyla olduğumu düşündüren, aşağılayan bir mesaj!

Yok, görüntü buydu. Hava çok soğuktu. Duruşma başlayalı saatler olmuştu.

Böyle anları yaşamayanlar bilmezler.*
Gerginlik arttıkça insanlarda farklı bir dayanışma başlar, gülümsemek hatta kahkahalar attıracak sohbetlere koyulmak, çaresizce kenetlenmek bir moral verici kahkahanın suniliğinde ve elele tutuşmak, ya da gönülden gönüle köprü kurmak.

Çay dağıtıldı o ilikleri donduran gecede.

Arabalarında bekleyenler, bu insancıl paylaşıma ortak olmak için meydanı doldurunca kalabalık arttı.
Tatsız, tatlı bir sohbet hakim oldu geceye.

Duruşmanın ilk dakikalarından beri orada olanlar, strese, soğuğa dayanamayıp arabalarının içinde ısınmaya çalışanlar, şimdi herkes orada, ayakta, dağıtılan çayın sıcaklığında yeniden kenetlenmişler, olası bir sonuca hazır ama isyanda, gülümsetebilecek konu arayışlarında. Espriler, ortamı ısıtacak gayretler... ama hep bir tedirgin bekleyiş, gözler, kulaklar demir kapının ardındaki mahkeme salonundan gelecek haberde.

Sıranın kendisinde olduğuna inandığımız birisine sordum, "korkmuyor musun?" Gözleri gülümsüyordu, ki bu gülen gözler sonrası için umudumdur, "hayır" dedi.

Konuşuyor, anlatıyor, gülüşüyorduk.
Arada hesaplaşıyor, arada hesap soruyor, arada neyin hesabı abi bu? sohbetlerinde...

Saat 7'ye geliyordu.
Tutuklanma kararı çıkmıştı.
Uykusuz yorgun kalabalık, ve neden orda olduğumu anlayamayan, hala beni karalama çabasında ki kişilere inat, o can'ların arasında ben, "Nedim, Ahmet çıkacak, yeniden yazacak!" sloganı atıyorduk.
Sadece buydu!
Siyasi slogan atılmayacaktı.
Bozanlar uyarılıyor, Ahmet için Nedim için yüreklendiriliyordu insanlar, özgür basın için!

Onlar çıktılar.
El sallayarak uğurladık.
Ben ağladım o an, tutunamadım hiç bir şeye.
"Korkmuyorum" diyen, upuzun saçlı, ama artık gözleri o anın gereksizliğine isyan eden, ya da bu sonucu baştan beri bilen adam bana sarıldı. Adımı sordu. Adımı ona söyledim. Gurur ve inançla.

Beşiktaş'ı Üsküdar'a bağlayan motora bindim.
Titriyordum, ağlıyordum.
Yanıma birisi oturdu.
"Keşke herkes sizin kadar duyarlı olabilse" dedi.


Gecelerden bir Cumartesi gecesiydi.
Ve beni, o ortamda olmadığı için, sinir bozukluğunun insanlara neler yaptırabileceğini düşünemedikleri için, saçmasapan suçlayan zihniyete yanıt veriyorum.
Olmam gereken her yerdeydim!
Hatıra fotoğrafı çektirmek için değil.
Ve siz beni hiç tanımıyorsunuz ki...

küçük bir not: Yok!
bir not daha: Bu yazı da orada olan hiç kimsenin adını yazmamam kasıtlı değil, yazmadım çünkü bu bir kim vardı, kim yoktu, neden vardı, neden yoktu, neler konuşuldu sohbet yazısı değil.
son not: Kimin bana ne yazdığını yazmaya gerek yok, bu yazıyı okumayacaklarını da biliyorum. Amacım saçmasapan çocukca hesapların peşine düşmek hiç değil. Gereken tek cümleyi o gece yazdım, "gelsenize, ben buradayım!" Bu, kendimi ispatlamak için değil, ortamı yerinde yaşamaları için davetti sadece.

* Böyle anlar; sonucu az çok bilseniz bile, kabul etmek istemeyerek, umutsuzca umutlu bekleyişlerin yarattığı gerginlik anları. İnsanın mantıksızlaştığı, sonucu duymayı istemiyorcasına, gündelik yaşamı sürdürme gayreti anları.

6 Mart 2011 Pazar

Kısacık not

Bazı geceler, sonu sabah aydınlığında bitse de, karanlığını sürdürür. Ve bu gecelerin özel insanları, o karanlıkları aydınlık eyler.
Yani...
Karanlık mı, ve aslında aydınlık mı kestiremezsiniz ilk anda.
Nazım bile gelmez aklınıza... Hani "sen yanmazsan, ben yanmazsam, nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa?" diye sorar ya.
Birilerinin yanması gerekmesi elbette hoş değil.
Ve keşke bu şiir yazılmasaydı.

Ben karanlıklar içinde, yılmaz aydınlık yüzler görmenin, tanımanın mutluluğunda not düşüyorum tarihe!

Her karanlığın mutlaka bir aydınlık yüzü var. O zaman... aydınlıklar çok uzak değil! TÜRKİYE için!