4 Mayıs 2011 Çarşamba

Ne sen eksiksin, ne ben fazla...

Bu sabahta her sabah olduğu gibi, nerdeyse saat başı değişen ülke gündemiyle başladık yaşama.
Gündem malum, bir türlü gelemeyen baharın içimizde yarattığı sıkıntı desen, yağmur sıkıntısını çoktan geride bıraktı. Yani nerden bakarsan bak bir tutarsızlık, bir dengesizlik, karışan kafalar, bir türlü durulmayan sular derken, giderek özel yaşamımızda oluşan anlık mutlulukları dile getirip, mutluluğumuzu açıklamaya, ya da tam tersi sıkıntılarımızı paylaşıp biraz olsun hafiflemeye çekinir olduk. Özellikle, bizleri buluşturan sanal dünyada!

Üstte "#22 Ağustos, özgürlüğün sonu", altta "ÖSYM Başkanı hala istifa etmedi!" türünden gündem paylaşan iki tweet arası "aşık oldum, terkedildim, annemle en sevdiğimiz restorandayız, vsvs", tarzı tweetler atmaya utanır oldu insanlar. Ben de dahil elbette.

Twitter, chat alanı değil farkındayım, ama gündemin daha yavaş seyrettiği dönemleri birlikte yaşadık. Sıcakkanlı ve paylaşmaya hazır millet oluşumuz, birbirimizle samimi ilişkiler kurmamıza yol açtı.
Kişisel yaşantılarımızı paylaşmımız azalsa bile sonuçta hepimizin bir özel yaşamı var. Kendi sevinçlerimiz, mutluluk, mutsuzluk, hayal kırıklıklarımız... bunları yaşamaya devam ediyoruz paylaşmasak bile.

Geçenlerde bir yazı yazmıştım, yeni bir yaşama başlama sürecimi anlatan. Sonrasında yaşadığım bir hayalkırıklığından sözetmiş, son yazıda Şebnem Aybar'ın çok sevdiğim kitabını anlatmıştım.
Her 3'ü de birbiriyle bağıntılı yazılar.
Bu yazıları bencilce kendimi anlatma çabası olarak nitelendirmiyorum. Sonuçta hepimiz bir şeyler yaşıyoruz, birbirimizin yaşamına benzeyen. Sadece tarihler, mekanlar, isimler farklı olarak.

Aybar'ın kitabında beni en çok etkileyen, geçmişle hesabı kapatmadan yeni bir başlangıç yapmanın çok zor olduğu temasıydı. İster 2 dakika öncesi, ister çok daha uzun zaman süreci olsun, bu düşünce çoktandır benim yaşam felsefem. Biraz da karakter özelliğimden, yapılan bir haksızlığı unutmuyorum ve "Allah'a havale ettim.", kolaycılığına kaçamıyorum. Allah bana bir akıl vermiş, bu aklımı kullanmayı bana bağışlamışsa, ona havale etmek yerine, hesabı kendim kapatmayı daha uygun görüyorum.
Zorlamalarla karşılaşıyorum, dayatmalarla mücadele etmek durumunda kalıyorum, dayatmaların sahiplerine durumu açıklamaya çalışsam bile, bazen çok farklı suçlamalarla karşılaşıyorum.
Empati kuruyorum.
Anlamaya çalışıyorum.
Ama farkediyorum ki, insanlar asla değişmezler.
Yine, "ben de dahil" diye eklemeliyim.
Ben ne kadar anlatırsam anlatayım, kendimce haklı nedenlerimi sıralarsam sıralayayım, karşımdaki kişininde kendi karakterine göre savunma ve saldırı mekanizmalarına saygı duymam gerektiğini, defalarca kez yineliyorum kendime.
Ve sonuçta hep aynı noktaya geliyorum: İnsanlar değişebilirler, görüntü olarak değişebilirler, bazı alışkanlıklarını terkedebilirler, yani alışkanlıklar edinebilirler, ama karakterleri asla değişmez!

İnsanları değiştirmeye çalışmak, kendi karakterimize uyum sağlamasını beklemek benim için hep ters bir düşünce oldu.
Hep aynı şeyi düşünmek ne kadar sıkıcıysa, hep birbirine tezat düşünmekte o kadar yıpratıcı ilişkileri.
Asgari müşterekler diye bir söz var, babamdan bana miras kalan çok sevdiğim bir tanımlama.
Eğer, karşımdaki kişi pek çok özelliğiyle sevdiğim ama bir kaç özelliğiyle bana ters düşen kişiyse, oturup artı, eksi listesi yapıyorum ve buluştuğumuz asgari müştereklerin sayısına bakıyorum. Eksiler fazlaysa, bu ilişkiyi sürdürmenin anlamsızlığını uzatmanın gereksiz olduğunu düşünüyorum. Çünkü beni rahatsız eden ilişki, mutlaka karşımdaki kişiyi de mutlu etmiyordur.
İnsanları değiştirmeyi hiç düşünmedim bugüne kadar.
Çok bariz, başkalarınca da saygı görmeyen, kendisine zararı olan davranışları için uyarmışlığım olmuştur ama başlıbaşına bana uyan bir karakter yaratma çabasına hiç girmedim.
Ya da kendi karakterimi kimseye dayatmak istemedim.
Anlattım sadece davranışlarımın nedenlerini.

Ve bu sabah ben birden yoruldum!

Bunca kafa patlattığım, hep olumlu bir yaşam sürme çabalarımın aslında, ilşkide olduğum kişilerce hiçe sayıldığını yaşadım.
Yalnız olduğumu hissettim.
Giderek daha yalnızlaşacağım korkusuyla sarsıldım.
Muhteşem bir boşluğa yuvarlandım, kendi gözlerim önünde.

Yürüdüm, yürüdüm.
Kendi kendime tekrarladım, "Ya karakterinden ödün ver, kişiliksiz olma yolunda sağlam adımlar at, ya da sana benzeyen karakterlerin varlığının olduğunu unutma. En azından "asgari müştereklerde" buluşabileceğin, yargılamaların daha adil olduğu düzende, pek çok şeyi paylaşabilmenin tadına vardığın kişiler olduğunu unutma!"

Benim yolum bu...
Ne kadar yorulmuş olsamda, belki yine yorulacağımı bilsemde, bir başka gerçeği biliyorum.

Küçük not: Kimseyi suçlamak için yazmadım. İlişkilerde yanlış giden birşeyler varsa, asla tek tarafın hatası değil, karakterlerin çatışmasıdır sadece. Değiştirmeye çalışacağım, ya da beni değiştirmek için dayatmalarla yanımda olanlarla aynı yolda yürümeyeceğim artık.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder