4 Aralık 2011 Pazar

Bir taksi öyküsü

Kendimi bildim bileli gevezeyim.
Kendimi bildim bileli de bana sus diyen olmadı. Hatta ben ufak bir çocukken, bir gün aralıksız 30 dakika kadar susunca, annem beni doktora götürmeyi önermiş babama, "bu çocuk kesin hasta", diye.
Sessizliği oldum olası sevmemişimdir.
Hani şu bazılarının "anlam" yüklediği sessizlikler, fırtına öncesi sessizlikler gibi durumları pek yaşamadım.
Bulunduğum ortamlar çoğunlukla gürültülüdür.
Çalan, oynayan ne varsa kısık ses izleyemem.
Bangır bangır şarkı söyleyen, ya da herhangi bir filmde birbiriyle atışan, konuşan, sevişen, koklaşan kim varsa benim evin konuklarıdır.
Hatta geçenlerde, yalnız yaşadığımı bilen meraklı komşum bir bahaneyle kapıyı çaldı.
Yüzünde çaktırmamaya çalıştığı merakını gizlemeye çalıştığı bir gülümseme, "ah canımm çok sevindim senin için dün gece, konuğun vardı di mi?" dediğinde, "yooo" bile diyemedim! Sonrasında kadına, duyduğu seslerin tv'de oynayan bir filmden (adını yazmama gerek yok, hayal gücünüzü kullanın komşum gibi) olduğunu anlatma nafile çabalarım.
Kadın öyküsünü kafasında kurgulamış bir kere. Başrolede beni oturtmuş.
Çabalamaktan vazgeçtim.
İyi ki atların bolca kişnediği bir kovboy filmi izlemiyormuşum diye geçirdim içimden.
Allah korusun, bu hayal gücüyle böyle komşun varsa, senaryosu sığ filmler izlemekte yarar var.

Dedim ya gevezeyim diye

Kendi otomobilimi, olmadığı için, uçuramadığımdan bolca taksi yolculuğum var. Bindiğim her aracın şöförüyle paylaştığımız bolca öykü de bonusu.
İstanbul'da mesafeler uzak, trafik kilit olduğundan, şöförle muhabbeti tatmamış hiç bir vatandaşımız kalmamıştır zaten ama benim gibi samimileşip, olayı kankalık mertebesine taşıyan kaç kişi var bilemem.
Öyle ki, her yolculuğum sonunda, "bak nereye gidersen beni ara, cepten arayabilirsin" samimiyetinde uzattığı kartvizitlerim için bir çekmece ayırdığımı rahatlıkla söyleyebilirim.

Rastgele durdurduğum her aracın şöförünün o malum iki kişiden birisinin olmaması benim şansım sanırım.
Dün şike davasında "gizli tanık" olayı gündeme geldiğinden bu yana, biraz daha temkinli olmanın gerekli olduğuna karar verdim, bu ayrı. Nolur nolmaz kardeşim. Herkes potansiyel ajan provakatör de olabilir, gizli tanık ta. Bundan böyle memleket meselerini değil, Acun'u filan konuşurum sanırım.

Neyse

Taksiye binmemle, yine gündüzün en işlek saatinde kazılan bir anayol yüzünden, trafiğin kilitlenmesiyle burun buruna geldiğimiz an, "Belediyemiz çalışıyor" sözleri dökülüverdi dudaklarımın arasından.
Amanın!
Asla buraya yazamayacağım, (bilinmez okuyucuların arasında kimler olduğu, zaten ben demedim, o şöför dedi) günyüzü görmemiş incileri sıralamaya başlamasın mı adam?
"Bak dedi sana ne anlatıcam."

Aynen aktarıyorum:

"Ben oruç tutmam. Ramazan'da çekmişim arabayı gölgeye sigaramı tellendiriyorum. Pat dedi kapı açıldı, hop dedi yanıma oturdu bi badem bıyık. Gideceği yeri söylemeden, "ayıp ayıp" dedi, "oruç tutmuyosun, bi de sigara içiyosun. Günah ki peh peh ne günah."
Bana oruç düşmüyo hemşerim, dedim, uzatmadım.
Ama adam kararlı.
Dedi ki, "bak cehenneme gidersin, hesap vermeye başlamadan önce 3999 yıl ateşte yanarsın."
Ya hemşerim, işin mi yok diycem, badem bıyık devam etti.
"Bak artık sorgulamalar kolay. Artık öbür tarafta koca koca bilgisayarlar var. Sen ölünce, giriyorlar vatandaşlık numaranı, bütün günahın sevabın dökülüveriyo."
Hönk? dedim. İtiraz edecek oldum ama adam belli cahil, hem de inanmış.
"Hele o kadınlar, ah hele onlar, gösterdikleri her saç teli için ayrı yanacaklar." dediğinde, eyvah eyvah dedim, hadi anamın yaşlılıktan saçları döküldü ama benim hatun yanmış ki ne yanmış!
Ya abi, bu bilgisayar işine aklım yatmadı benim dedim. Yani bunca nüfus?
Kaç megabit bu bilgisayarların harddiks (aynen böyle okuduğunuz gibi) leri diye sordum.
"Ben teknikten anlamam" dedi badem bıyık.
Ya peki abi dedim, bu saç dediğin sonuçta kıl tüy, e o kıldan tüyden bizdede var, bizde yanacak mıyız şimdi?
"O kadarını ben bilemem" dedi.
İneceği yerde adamı bıraktım, ahh ahhh dedim.


Öykü böyle. Sevimli şöförüm bunları kendine has şivesiyle anlattıkça ben çok güldüm.
Kısaca güldük, ağlanacak halimize.;(
Evimin önüne geldiğimizde, ilk kez ben kartvizitini istedim bir şöförden. Yanında yokmuş. "Cep telefon?" diyecek oldum, kuru gürültüye getirdi, vermedi.
Yoksa?
Beni...
Yok yok, casus masus sanmamıştır, değil mi? ;)

Sevgiler.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder