8 Nisan 2011 Cuma

Piatti,Dündar,Evren,sinema,aşkmeşk...


Uzun oldu yine yazmayalı.
Taşınma, araya giren özlemler, belirsizlik halleri, sonlanan dostluklar, yıpranmalar, yıpratmalarla dolu koca bir ay'ı bir ömürcesine yaşama ağırlığı, vsvs derken... Kısacası tatsız bir ay yaşadım.

Ama elbet, dünya tek başımıza hiç birimiz için dönmediğinden, turuna devam etti.

Sürekli değişen gündem, kafaları allak bullak eden soru işaretleriyle dolu belirsizlikler, modlar, medyanlar, aday adayları... off:( biliyorsunuz bunları.

Herşeyden bir süreliğine el etek çekme, bunalımımda kendimi boğma çabalarımda, amaçsızca televizyona bakarken gördüm ilk olarak Batuhan Piatti'yi. Görmeme gibi bir şansım olabilirdi ama televizyonun sesi ne kadar kısık olsa da, duymama gibi bir şansım olmazdı sanırım. Adam bildiğimiz bağırıyor, çağırıyor, tavaları vuruyor, karşısında aciz duran zavallıları ağlama noktasına getiriyordu. "Bu ne ya, napıyor bu saçma egolu adam?" diyerek suçladım, her Türk vatandaşının acizin yanında olma kararlılığını göstererek. (Bu mağdur edebiyatının başımıza ne işle açtığını 8 yıldır yaşamamıza karşın üstelik)

İyi bir televizyon izleyicisi sayılmam, ilgimi çeken diziler dışında. Müge Anlı bile izlemem! Hele kadın kuşakları, evlenme, yemeklere aleni hakaret edenler, sabah şekerleri falan filan hiç bir şey dikkatimi çekmez, sosyolojik ya da psikolojik açıdan incelemek istemiyorsam.

Daha programın ne olduğunu anlayamadan, mahkeme gibi bir sahne izlemeye başladım. 3 mahkum, 3 yargıç karşısında!
Öyle ki, zavallılar suçlarını baştan kabul etmişler, 3 yargıcın haklarında vereceği cezayı, itiraz hakkı olmaksızın kabule razılar.
Ha bir de sunucu var ki, bir yerlerden anımsıyorum kızı, epey canlı, civelek bir kızdı ama burada sanırsınız ki, bildiğimiz o suratsız mahkeme katibine şık bir kostüm giydirmişler, görevinin çok önemli filan olduğunu 3 günlük bir şok tedaviyle kabul ettirmişler!

Merak ettim, orada neler oluyordu?
Biraz da kafa dağıtmak niyetiyle araştırdım. Programın ne olduğunu anladıktan sonra, masterchef yetiştirmekmiş, hakkında yazılan yazıları okudum. Ciddi köşe yazarlarının yazılarına bile girmiş Piatti!
Pek hoş yazılar değildi.
Annesinin soyadını kullanmasından, onun şöhretinden yararlanmak istemesinden tutun, nerdeyse saçının şeklini bile eleştirmek için "vurun Piatti'ye" kampanyası, çoktan başlamış ve ben habersizmişim.

Google sağolsun, Donetella Piatti'ye kadar götürdü beni.

İlk affım,annesinin soyadını kullanmasının ne zararı olabilirdi? Takdir bile ettim. Kaldı ki babasının soyadı da yazıyor programda. "Kadının adı yok" diyenlere, "ahçılık kulvarında başarılı olmuş bir annenin soyadını kullanmanın neresi yanlış?", diye sormak istedim? Hele bir de Türkiye gibi, soyadınının ününe önem veren ülkede yaşıyorsak?

Programın sıkı takipçisi oldum.

Diğer yarışma programlarından farklı, gayet ciddi bir misyon üstlenmiş bir yarışma programıydı. Yarışmacı öğrencilere, dersler verilerek yemek yapmanın püf noktaları öğretiliyordu. İlgiyle izledim, notlar aldım.
Bilinçli bir masterchef yaratma isteği gözledim jüride.
Aldıkları sorumluluğun hakkını vermek isteyen 3 adam.
Yaptıkları işte başarılı olmuş 3 usta şef.
Ve 3'ü de laubalikten uzak, hak yemeden, yarışmacı gözetmeden, kendi deyimleriyle "hakkaniyete" önem vererek, referans olacakları bir şef yaratma arzusunda 3 sorumlu insan.
Belli ki bu "azarlanma" fasıllarından, zamanında kendileri de nasibini almış, güzel şeylere layık olduğumuzu bize sürekli hatırlatan 3 kişi.

Duruma bu açıdan bakınca, Piatti'nin azarlamaları, tavalara vurmaları, beğenmediği yemeği alıp çöpe dökmeleri, bana çok yanlış gelmemeye başladı. Bir ideali vardı.
Ve bu ideal uğruna, işinden bile atılmıştı! (kendisi yine bizim vazgeçilmez klişemizle "istifa ettiğini söylesede.)

Acımasız eleştirilerini, bazen yemeklere hakaret ederek dile getirmesine sinirlensem de, görevini hakkıyla yapma gayretini çok kısa zamanda takdir ettim.
Twitter'da arada aleyhine geyik yapsam da, biliyorum ki Piatti'nin şef olarak çalıştığı lokantada gönül rahatlığı ile yemek yiyebilirim. Hiç dikkat etmediğimiz ayrıntılara bundan böyle, tonlarca para ödedediğimiz her restoranda dikkat edeceğimide biliyorum artık.

Lisede, aslında formülün çok basitini verdiği halde, kafamda esen kavak yellerinden midir nedir, bir türlü anlayamadığıma çok kızan öğretmenim, cetveliyle (bana değil) defterime vurduğu gün geldi aklıma. Ve ben ogün o formülü yuttum! Dahası defterimdeki cetvel darbesini, diğer tüm defterlerimde görüp, umulmadık bir başarıyla mezun oldum liseden.

Bir masterchef olamam ama bilinçli bir restoran tüketicisi olacağımın, ve mutfakta çok daha dikkatli ve çok daha lezzetli yemekler yapabileceğimin farkındayım artık.
Üstelik ilk teftiş denememi kesinlikle Piatti'nin çalışacağı restoranda yapma keyfini yaşayacağım.:) Umarım, o haklı çıkar!

Uzun oldu, yazı başında Evren, Can Dündar, aşk meşk dedim ama...

Kısa kısa yazayım.

Evren yargılansın! Çünkü o 17 yaşında bir insanın yaşını büyütüp idam ettirdi! Bana kimse "o yaşlı" demesin. Bir mahkemeye bakar, yaşını küçültmek!

Can Dündar, tüm kitaplarını severek okuduğum bir yazar. Sarı Zeybek benden sonra, çoluk çocuğuma, torunlarıma kalsın, Atatürk'ümün "tabu" değil, bizden birisi olduğunu anlasınlar, diye sakladığım yapıt.
Ama bunların hiç birisi bana, içinde gizli mesajlar veren, ve "önümde binlerce belge vardı, bana yakın olanları seçtim" diye kendini savunan Can Dündar'ın "Mustafa" rezaletini affettiremiyor. O film "Can Dündar'ın Mustafa'sı" olsaydı, belki...
Zaten kendiside eleştirileri kabul etmedi mi?

Türk Sineması'nın iyi bir dönemde olması mutluluk verici. Gerçi en iyi gişesi olan filmlerin adına bakınca, hala seyircinin bilinçlendirilmesi adına bir şeyler yapılması gerektiği gerçeğini unutmasamda. Bu konuda sinema yazarlarına büyük görev düşüyor gibi. Ellerine birer cetvel almaları gereksede.:)

Aşka meşke yer kalmadı ki... :)

5 yorum:

  1. eğik cetvelden düzgün çizgi çıkmaz kuzen..

    sorgulamaların; verdiğin örnekler hep hayatımızdan şeyler ve maalesef popüler kültürde entellektüelliğin dibine vurma adına yitip giden değerlerimizin birer tezahürleri..

    önce kızdığın sonra farkına varıp saygı duyduğun ama bir türlü açığa toplum baskısı adına dillendiremediğin bir durumu en iyi özetleyen bir program masterchef..

    şef olmuş o statüyü kendisine saygılandırmış bir kişiyi eleştirmenin ona hakaret etmenin entellik sanıldığı bir toplumdayız maalesef.. varoşları bilenler bir tekstil atölyesindeki çırakların ustalarından yediği azarları tamirhanedeki çırağın ustasından yediği dayağı çok iyi bilirler.. bu yüzden yalnızca onlar durumu anlamaya çabalarlar..

    gene iç gıcıklayıcı yok yeaa ben öyle değilim valla billa bende aynı senin gibi düşünmüştüm yorumlarını dillere pelesenk edici bir yazı olmuş.. tebriki takdire aşiyan.. kalp kalp.. :))

    YanıtlaSil
  2. Ne zamandır görmüyordum seni bloğumda? Hoşgeldin yeniden.;)
    Bu yazının da tartışma yaratacağını biliyordum, yanılmamışım. Bir saattir ciddi bir uğraş veriyorum, anlatmak istediğimi anlatmak için.
    Sanırım sadece bu acımasız yargılamalar, ya da hadi anlaşmazlıklar için, çok kısa sürede yeni bir yazı yazmam gerekecek.;)
    Şiddet savunduğum noktasına varıldı. Ben ve şiddet?
    Ve bu yazı zaten şiddeti savunan bir yazı değil, gerisini akşama tamamlayayım.;)
    Teşekkür ederim Orhan. Sevgiyle.

    Sana not: Projeyi hayata geçirmemize az kaldı, sanal dünya bir site daha kazanacak.;) Hazır ol, çarpıcı öykülerin yazarı.;)

    YanıtlaSil
  3. o programa toplam 1-2 defa denk geldim ve çok kısa süre izledim. diğerleri için bir şey demem ama kastettiğiniz kişi zanndiyorum tıknaz sürekli eli cebide kadın erkek herkese fiziksel müdahale ederek, sürekli bir itme hamlesi yaparak okuyamamanın verdiği ezikliği ego tatmini olarak dışa vuran payelendirilmiş biri. ikinci bir armağan vakası sahi armağan vardı nerelerde şimdi ;)

    YanıtlaSil
  4. ilk kez bana lisede ki hocam dışında not veren biri var.. o hep düşük verirdi notları.. gelsin kuzen klavyemdeki mürekkep kuruyana dek buralardayım ben.. :)))

    YanıtlaSil
  5. Ben, yıpratıcı bir fiziksel müdaheleye tanık olmadım Can. Genellikle tencere tavalarla döğüşür, azarlar. Ha, kola omuza dokunarak anlatmadan söz ediyorsan, bu bizim milletçe sık kullandığımız bir yöntem.;)
    Şimdi bir gazete yazısının başlığını okur, başlığa yorum yaparsak, pek doğru bir yaklaşım olmaz. Önemli olan içeriktir. Bir filmin fragmanına, romanın arka kapağına bakarak, yorum yapamayacağımız gibi. Amaç iyi anlaşılmazsa, yorumlarda hataya düşebiliriz. Anlatabildim sanırım?

    Teşekkürler, sevgiler. ;)

    YanıtlaSil