23 Nisan 2011 Cumartesi

Olduğun gibi kabul ediyorum seni (!)

İnsanların, doğuştan getirdiği genler ve sonrasında yaşam şartlarının şekillendirmesiyle farklı karakter yapılarına sahip oldukları gerçeğini biliriz. Görüşlerin, düşüncelerin, olaylara yaklaşım biçimlerinin farklı olduğunu bildiğimiz gibi.
Ama kabul etmeyiz.
Yani şu meşhur şehir efsanesi, "ben onu olduğu gibi kabul ettim.", koskoca bir yalan benim için.
Kabul ederiz belki ama mümkün olduğunca çevremizden uzak tutarız, bizim yaşam görüşümüze, felsefemize uymayan kişiyi.

Her aşk umutla başlar örneğin.
Canımcimcim dönemini her aşık mutluluk içinde yaşar.
Dayatmalar, kişiyi değiştirme istemleri aşkın daha ileri dönemlerinde kendini göstermeye başlar.
Ataerkil düzende, genellikle edilgen taraf kadındır.
"Erkektir, sen onun sözüne uyacaksın." düşüncesindeki nesil halen hayatta. Anne, babalar artık eski despot görüntülerini yitirmeye başlamış, çocuğuyla arkadaşlık ilişkilerini ön planda tumak isteyen, genç görünümlü kişiler olmuşlarsa bile, en zor şey, geçmişten gelen baskı zincirlerini kırmaktır.

Kadın biraz mırınkırın etmeye başlasa, en modern ilişkide bile gözlediğim o ki, "sen eskiden böyle değildin, kim kafana giriyorsa..." sözleriyle karşılaşması kaçınılmaz.

Bir başka yalansa, "herkesin kendine ait bir özel dünyası olmalı saygı duymak gerek."

Bu cümledeki kabul edilebilir özel yaşam, hobilerle ilgilenmeye karışmamaktan öte bir şey değil aslında. Maç izleyebilir, arkadaşlarıyla yemeğe çıkabilir, bir etkinliğe katılabilir... gibi "özel yaşam"!
Gerçi bu masum eylemlerin bile, hala vırvıra neden olduğu durumlarda yok değil.

Şimdilerde, birbirine güvenip şifresini vermeyenlere "potansiyel şüpheli sevgili" gözüyle bakmak ayrı bir tarz. Bedia Güzelce'nin çok sevdiğim sözüyle, "o tarz"!
En özel alanlarının şifresi, sevgilinin elinde olmalı ki, güven duyulduğunun kanıtı olsun. Artık bilgisayar moduna giren telefonları masa üzerinde bırakmak, duyulan güvenin kanıtı. Ne vahim!
Birlikte yer alınan sosyal ağlarda, bir başkasının sana biraz fazla ilgi göstermesi, çatır çatır bir münakaşa nedeni olabiliyor. "Yahu, şakalışıyoruz", deseniz bir dert, "bir konuyu tartışıyoruz" deseniz ayrı bir dert.
Kendisinden önce, sevgilisinin sayfalarına girip, didik didik özel mesajlarını okuyan sevgililer tanıyorum ben.
Üşenmeden, geçmişte kalan maillerin bulunup, sorgulandığı, açıklamaların dinlenmediği, "ben gördüğüme inanırım" sözüyle aşağılanan sevgilere tanık oldum.

Nerde kaldı "özel yaşam"a saygı?

Tamam, kural ihlali yaptın, sevgili olduğunuza göre, sana tanınan hakkı kullandın, en özel alanlara girdin ve hoşlanmadığın bir durumla karşılaştın. Eh madem bu kadar güven var aranızda, şifreler verilmiş, elbette sorgulamak hakkın var.

Yargılamak değil sorgulamak!

Ama adil sorgulamak!
Dinlemek.
Nedeni anlamak.
Sakinliği elden bırakmadan, yıllardır beraber olduğun kişinin tüm kişisel özelliklerini, yaklaşımlarını gözönünde bulndurarak sorgulamak.
Öfkene yenik düşerek, sonadan her ikinizinde canını çok acıtacak sözcükleri sarfetmemeye özen göstererek sorgulamak.


Aklın yatmamışsa, her medeni ilişkide olduğu gibi noktayı koyabilirsin elbette.
Sonrasında medeni davranıp, biten bir ilişki hakkında susma gibi erdemler artık yokolduğu için, önüne gelen her fırsatta çemkirme hakkın sende baki kalsın.
Bu saygısızlığı ben affetmiyorum aslında.
Bir insanla bitme noktasına gelen bir ilişki yaşadıysam, yaşadığım o güzellikleri, özverileri, emeği düşünüyorum. Haksızca bittiyse bile, yaşadığım, yaşatılan sevgiye saygı duyarak susmayı yeğliyorum. Suçlu durumuna düşürüldüğümden değil, yaşadığım sevgiye saygımdan susuyorum.
Açıklanabilir durumları, "ben gözümle gördüm, sen daha ne anlatıyorsun?" diye düşünmüyorum. Açıklamayı dinlemeyi, onun kişiliğini düşünerek, neyi neden yapmak istediğini kendime anlatarak, nedenlerini tek tek analiz ederek kararlar vermeyi yeğliyorum.

Çünkü, üstte saydığım sığlıkları ben de yaptım!
Gördüğüm ufacık bir şakalaşmaya bile itiraz ettim, dinlemek bile istemedim, münakaşalar çıkardım. Her fırsatta elimdeki "kendimce kozu" (saçmalık işte) kullanmaktan, yaralamaktan çekinmedim.
Şikayet ettiğim her şeyi ben de yaptım.
Bu tuzağa düştüm.
Ona neden öyle dedin, buna neden bunu söyledin safsatalarıyla ilişkiyi yıprattım.

Esprili kişiliğini, olaylara yaklaşımını es geçtim, sorgulamadan yargıladım.

Bu kadar uzun uzun anlatmanın nedeni, böylesi bir durumla yaşamımın allak bullak olması. Aslında yazmak istediğim bu konuydu. Yine uzattım.;(

Bu yazıyı, lütfen kişilik özelliklerini geri plana atmadan, sorgulayın bazı durumları, diye bitireyim. Ve asıl konuyu, belki de günah çıkarmayı bir sonraki yazıya bırakayım. İçinde aslında asla "günah" olmayan, ama günah olarak algılanan bir durumu paylaşayım.
Belki hep birlikte doğru'yu, olması gerekeni tartışabiliriz o zaman.
Kabul edilebilir, ya da edilemezleri hep birlikte sorgularız.

Sevgiler.

Ufacık not: Lütfen dinlemeyi, anlamayı unutmayın, eğer "gerçekten" seviyorsanız. Sözüm elbette, saygısız ilişkiler için geçerli değil, emek verilen ilişkiler için tüm bu yazdıklarım.

İlgilenenlere diğer not: İçimdeki kırgınlık geçmeden, tamamlayacağım bu yazıyı. Öğleden sonra, ya da akşam saatlerinde.

1 yorum:

  1. dokunan yanar tarzında bi yazı silsilesi gelecekmiş gibi fırtına öncesi sessizlik okudum cümlelerin arasında..

    YanıtlaSil