6 Ekim 2011 Perşembe

Bizi terketme Eros

Bu satırları yazmaya başlamadan önce

tam tamına 27 saat, sadece şarap, çay, neskafe ve sigarayla beslendiğimi,
tam tamına 7 saat kafamı hiç kaldırmadan, sınav için ders çalıştığımı belirteyim.

Yani

Steve Jobs'un ölümünü ilk saatlerinden itibaren duyduğum halde, artık geyiğinin dönmeye başladığı şu saate kadar onu pek düşünemedim.
Zaten benim bir Apple'm da yok.
Yine de Jobs'u muhteşem konuşmasıyla anıp, saygımı gösteririm o ayrı.
Yok kapitalist düzenin zenginiymiş, ürünleri bedava mı dağıtmış falanlarına hiç girmem.
Babasının hayrına çeşme yaptıran kaç kişi kaldı ki?
Edison'a ampulün icadı için teşekkürler ama her ay elimize tutuşturulan faturaya bakınca, adamın ruhuna Fatiha okuyan kaç kişi var Allaşkına?
Neyse, siz Apple'cılar, elinizde hala taksitlerini ödediğiniz alet edevatınız varsa, ekstre gelince, Jobs'un ruhuna iki dua yollayın. Masrafları çıkınca, medeniyetin ortasına salan adamlar bunlar bizi sonuçta.

Zaten konum SJ ya da mucitler değil.
En azından son bir kaç haftadır deli başımın içinde, yine kuyrukları birbirine değmeden dolanan tilkilerin kafasında dolanan sivrisinekler farklı şeyler vızıldıyorlar.

Ölüm Allah'ın emri (sen de hoşçakal Jacobs ve kusura bakma seni düzgün anamadık
diyerek

Eros'un oklarına zaplıyorum.

Eros'la tanışmadan çok önceleri, onu sadece erkeklere özel iç giyim markası sanırdım.
Bir zamanlar genç kızların rüyası Zetina dikiş makinalarının pabucunu dama atıp, farklı rüyalar görmelerine neden olan, kutular içinde satılan, siyah beyaz renklerde bildiğiniz donlar, atletler işte.
Bu seksi (!) çamaşırlarla, kaç erkek kaç kadının gönlünün, gözünün kapısını araladı hiç bilemiyorum.
Ben oldum olası, erkekte bisiklet yaka Amerikan çamaşırlarını ve o daracık sliplerden çok daha seksi bir imajı olan paçalı boxer'ları tercih ederim.
(Yazar burada fenomenleşmeye adım filan atmamış, düpedüz gerçeği yazmıştır.)

Ve tanıştık Eros'la

Bu tanrı direk kalbi nişan alıyormuş ya, ve acıtmayan ok kullandığına bizzat tanığım.
Sadece oklar çıkarken çok sancılı oluyor, o dönemde mutlaka yardım alın derim.

Yardım dedim de
bu Eros bencil bir tanrı sanırım, yardımcısız çalışıyor. Yani oku atıyor, kaçıyor.
Sonrasında sen, kalbine okun diğer ikizi saplanmış sevdiceğin, ve oklarınız başbaşasınız.
Ya ömür boyu özenle kollayıp koruyacaksınız
ya da milim, santim yavaş yavaş ama çok sancılı çıkartacaksınız.
Eros'un yardımcısı, aşkımızı korumakla yükümlü kendimiz oluyoruz bu durumda.

Yıllardır, kadınlar ne ister, erkekler ne bekler konularını yazarız, okuruz, kafa patlatırız yani ciddi ciddi.
Pırlantalar, arabalar, yatlar, katlar, vsvsvsler hepsini isteriz bu konu şöyle dursun
kalbinde okla gezenler, samanlığı seyran ilan edenler, iki çıplağı bir hamama yerleştirip, hamamı en romantik ortam kabul edebilenler dünyasında istenen en belirgin durum şudur, iki taraf içinde;

Bir koltukta sarmaş dolaş sarılıp tv, ya da türevlerini birlikte izlemek!

Evet, evet, bir milyon aşığa sorsam, 999.999'ununilk aklına gelen bu şehir efsanesi.
Basit değil mi?
Otur bir koltuğa, aç karşına oynayan bir şeyler, sarıl, izle!
Bu kadarcık işte.
Artık yan ikram patlamış mısır mı olur, bol ketçaplı spagetti, şarap mı olur, ışık yerine mum mu kullanılır, bu hiç farketmez.
Önemli olan sarılarak, birbirinin kokusunu içine çekerek yapılan oturmak eylemi.

Peki sormaz mıyım ben şimdi bu aşıklara

Birbirinize sürprizler yapar mısınız? Öyle kapının önüne elinde tuttuğun bir demet papatyanın arkasına saklanıp, "kim gelmişşş şaklabanlıkları değil, sürpriz?

Kaç kez, aklınızdan başka şeyler geçirmeden can kulağıyla dinlediniz, o anda anlattığı saçmasapan şeyleri? Dinliyormuş gibi görünmeden yani?

Bunaldığını kaç kez, o söylemeden farkettiniz de, "hadiii seni uçuruyorummm" diye, tuttuğunuz gibi bir çılgınlığın içine attınız kendinizi?

"Ama sevgilimmm" le başlayan kaç cümleyi, "amaaa sevgilim ben deee..." diyerek kendi şikayetlerinizi dillendirmeden dinlediniz?

Ohoo say say bitmez bu rutin kaç kezler?;)
Zaten bunlar çoktan Güzin Abla klasikleri oldu. Bir çoğumuz aşk'ı yaşarken, çokca sahiplenme duygusundayız artık. "O benim" bencilliğindeyiz, farkında bile olmadan.
Çoğumuz parfümümüzü sadece boynumuza sıkıveriyoruz unutmazsak, oysa diz kapaklarımızın arkasına bile sıkardık değil mi?
O seksi Eros çamaşırları, (tekrar ediyorum benim için asla değiller), dantel gecelikleri dolabın bi taraflarına tıkıştırdığımız, "amaan bu saatten sonra, yok artık" diye yüzlerine bakmayıp, tatlı bir hatıra olarak sakladığımız yalan mı?

Ha bu arada

O koltuğa birlikte sarılarak oturmak efsanesinin katili aramızda!

Çok yakında bu da tarihe karışan bir klasik olarak sadece dillerde kalacak, demedi demeyin.
Valla bak.
Bu kadar dizi, haftanın 5 gecesi maçlar, digi, smart, tivibu mivimu derken pıtarak gibi artan her türden filmlerin, acımasızca aşkların katili olarak yayına sürüldüğü kanallar derken...
Evlere çoktan 2., hatta o da yetmez, dizi saati mutfaktayım diyen hatunlar için 3. tv'ler alınırken o koltuk efsanesi can çekişmekte!

Nerden mi biliyorum?

Ah şu Kuzey Güney!

"Ben bu akşam Kuzey Güney izlicem."
"Ben izlemezsem surat asmak yok"
"Sen ne izliceksin ki?"
"Bilmem!"

Bu diyalog işte.

Eee nerde kaldı efsane?

Biz biz olalım, madem bu tempo içinde, birbirimizin isteklerine pek fazla vakit ayıramıyoruz, sürprizleri erteliyoruz, bu koltuk işini yabana atmayalım.
Uyuklasak, amaann bile desek,
Eros'un oku kalplerimizde saplıyken, iki saatin o doyumsuz sarılma kutsallığını, sevdiğimize çok görmeyelim.
Unutmayalım, bu bişiler oynatan meret, yarın öbürgün bizim sevdiğimiz bir programı da yayınlayacak.
Sevgi emek isterdi değil di?
Fedakarlık isterdi?


not: Gerçekten ok çıkarken çok sancıtıyor kalbi.
bi not daha: Bu yazı asla ve asla bişiler öğretmek için ukalaca yazılmamıştır, anımsatmak baabından vurulmuştur klavyeye.
son bi not: Yazarın romantikliği...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder