27 Mart 2012 Salı

Sizin saçınızı tarayan oldu mu hiç
canınızı yakmamaya özen gösterek çok severek bakarak dokunmaya kıyamazcasına her bir teli ayrı okşayarak anne şefkatiyle sarmalarcasına saçınızı tarayan oldu mu
şimdi benim saçlarımda fırçanın içinden geçen sevdanın dokunuşları var
ve çekmecemde aşkla saklayacağım saç fırçam
son nefesime kadar

14 Ocak 2012 Cumartesi

şiir

sen gelmedikçe ben özlemeyi daha çok sever oldum
unutmamayı
güzel çirkin kötü iyi olan ne varsa sana dair bana dair ya da ikimize tek başıma yaşamayı daha çok sever oldum
gelmeyişlerine aşık olmaya başladım sen yerine
yokluğunu sevmeye başladım sen hep karşımdayken
ağlamamayı öğrenmeye başladım
şarkılarda türkülerde seni aramıyorum
hep varsın ki
senliğimde yaşadıklarımı sensizliğimde daha büyüttüm
daha yaşanası anlar yarattım kendime
senden bir sen yarattım
yatağın sağı koltuğun solu tabağın kenarı kırık olanını sana verdim
ucuna beni iliştirdim
sen sevmedikçe ben aşka tutundum
sen gittikçe ben seni yaşadım
sen gelmedikçe ben sen oldum
ben sende beni sevmeyi öğrendim
seni sevmeyi
daha çok
daha da çok
gelme
belki bendeki sen ben kadar sevemeyebilirim artık seni

8 Ocak 2012 Pazar

Bir anlamı olmalı gidişlerin

Gelişlerin zaten bir anlamı var

gidişlerin anlamlı olması ne güzeldir oysa

En çok pazar günü koyar gidişler insana. Zaten bundan değil midir, bir dolu biten aşkın ardından yazılan her şiir, şarkı sözüne pazar gününün konu edilmesi?

"bir pazar'dı
kardı kıştı
çarpıyordun kapıları" der ya türkü

oysa gelirken bir masalla gelmiştin
hiç bitmeyecek hep o kaf dağının en tepesinde koşulsuz mutluluğun zirvesinde yaşatacağın aşkın masalıyla
gülümseyen gözlerinle ışık yüklü kalbinle
başrolde aşk
verilen sözler kurulan hayaller gülüşmeler ağlaşmalar ayrılıklar kavuşmalar sevişmelerle
noktasız virgülsüz heyecanlarla sevgilerle sevgi kokan cümlelerinle gelmiştin
anlamınla varlığınla inanarak inandırarak

masallar mutlu biter ya hani hiç gitmeyecek bitmeyecekmiş masaldın

günlerden pazar
ben şimdi kendi yorgun masalımın kahramanıyım gidişinde
kapılar çarpılmadı çünkü kapı hiç çalmadı
ben yılgın umarsız hatta çirkinleştirilmiş yüzümle yüzsüzce biten bir masaldan hala bir masal yaratabilir miyim ümitsizliğinde
yok kapıları çarpmanı değil
yüzüme bakmanı beni güzel bırakmanın yeni bir masala hayalkırıksız başlatabilmenin onurunu yüklenmeni isterdim senden

Masal bu ya
ben de bir şiirin kaldı bırakma giderken

belki o zaman noktalara dönebilirim

kalan yalnız kalırsa giden insafsız demektir

4 Ocak 2012 Çarşamba

Teşekkürler

Bloğa gösterdiğiniz ilgiye çokkk çokkk teşekkür ederim bütün içtenliğimle.
Yine buradayım.
Paylaşmak, iç dökmek, bazen kızgın, öfkeli, bazen neşeli, mutlu.
İnsanca işte.
Ve bir de www.yazaronline.net de yazıyorum artık.
Beklerim.:)
Sevgiler.

31 Aralık 2011 Cumartesi

Birden böyle tükendim

Hiç uzatmadan...
Günlerdir heyecanla beklediğim yılbaşı gecesi geldi çattı.
Yılın en sevdiğim günü.
Yaşgünleri kişiye özeldir, sevinen aslında sadece yaşgünü sahibidir bence.
Ama yılbaşı, zengin fakir, genç yaşlı herkesin içinde tatlı bir kıpırtıdır. Hep beraber aynı dileklerle kutlanacak, içlerde dertlerden çok mutluluğun hüküm süreceği kısacık bir gece işte.

Ve
ben şu dakikaya kadar, heyeanlıydım, tatlı bir telaş vardı içimde.
Buzdolabına bakıyor, neler hazırlasam
dolabımı açıyor, ne giysem telaşı.
Aslında uzun zamandır belliydi hazırlayacağım yiyecekler, giyeceğim kıyafet.
Ama bu heyecanı tekrar tekrar yaşamak tatlı bir oyun gibiydi benim için.

Ve birden bir şey oldu.

Heyecanım tükeniverdi.

Az önce yazdığım cümleler dökülüverdi klavyemden.
"Çok garip. Yılbaşı gününü,heyecanını çok seven ben. Mutsuzum. İçimde heyecan yok."

Buzdolabını kapattım.
Elbisemi dolaba astım.

Gözlerimden yaşlar süzüldü.
Yalnızım ben dedim kendime, yapayalnızım.
Hayatımı başkalarının mutluluğuna adamışım, başkalarını mutlu edebilmek için koşuşturmuşum.
Bu beni çok mutlu eden bir şey. Şikayet değil. Ömrümce bunun için çalışacağım hatta.

Ama

Kimbilir belki de duymak istediğim bir sözcük, bir teklif...
"Senin için yapabileceğim bir şey mi var mı?
yardım ister misin?
boşver ocak başında günü tüketme, hani bir sözümüz vardı, gel alışverişe çıkalım..."

Birden tükendim.

beklememeyi
hayal kurmayı bilmediğimi
sanmışım
yalnız olmadığımı düşünmek istemişim

Şimdiyse, "aa istedin de yapmadım mı, neden söylemedin ki, e aşkolsun söylesen koşmaz mıydım" itirazlarına hazırım.
Hatta suçlanmaya.

Ama ben kimsenin beklemediği zamanlarda onlar için birşeyler yapmak için gayret gösteriyorsam

Neyse;)

Ben yalnızmışım.

Mutlu seneler.

20 Aralık 2011 Salı

Hayatımızın "di'li geçmişleri

Yitirdiğimiz insanların
yitip giden duyguların ardından, "oğff ne tatsız hayat" deriz ya hani.

Aslında hayat "di'li, du'lu" geçmişimizle ne kadar da güzeldir

Şöyle bir düşünün, sadece bir an.
Yitirdiğimiz her kişi, her duygunun bize yaşattığı güzel anıları, anları.
Hiç bir ilişki, hiç bir oluşum tesadüf değil bence.
O insanların ailemiz olması, arkadaşlarımızı dostlarımızı seçme, işimiz, iş çevremiz, vsvs.
Hepsinin bir nedeni, bir açıklaması yok mu?
Tesadüfen tanışabiliriz, ama yola birlikte devam kararı alan biziz.
Haa, kazık mı yedik, ya da hayalkırıklığına mı uğradık? İflas mı ettik? İşimizde başarılı olamadık, elimize çıkış mı tutuşturdular? En çok sevdiğimiz ölüp bizi terk mi etti?
Belki birisi değil, çoğu çoğunluğumuzun başına gelen olası durumlar işte.
Acımız sıcakken isyan ettiğimiz oluşumlar.

Ya sonra?

Di'li geçmişlerimizi düşünürken, paylaşırken...
en çok güzellikleri düşünürüz aslında
başlangıçları, birlikte yaşanmışlıkları
hatta ölüp giden kişinin komik anılarını paylaşırız, "vay rahmetli" diye bir gülüp, bir ağlama halini yaşarken
kazık yediğimiz insanımızı anarken, "ne kazık attı ama..." diye başlayan cümlelerimizin ardından, "ama bak şurada, o anda, o gün..." diye başlayan sıcak anıları atlamayız, yediğimiz kazığa üzülüp, nefretle iç geçirirken
Giden sevgilinin ardından üzülürüz, acımız öylesine büyüktür ki ölmeyi bile düşünürüz, sonra öfkeleniriz, beddualara vardırırız
ama başımızı yastığa koyduğumuzda, ya da ne bileyim bir sinema koltuğunda, veya bir marketin koridorlarında, bir yolculukta, o ağacın altından bir kez daha geçerken güzel anılarımızdır aklımızda olan istemsiz gözyaşlarımızın artık gülümsemeye dönüştüğü sonraları

Acının çok fena bir kışkırtıcılığı var. İsyankar yapar insanı vurduğunda. Acımasız yapar. Kötü sözler söyletir. Sakinliğini bozar, dengesini yitirtir.
Ben acının, öfkenin yaşandığı anda söylenen hiç bir söze, davranışa kızmaz oldum artık. Çünkü bu duruma sıkça düştüğümü, sonraları pişman olduğumu biliyorum. Ama bunu bilmek, tekrarlamamak olmuyor, bunu da biliyorum, ama giderek daha soğukkanlı yaklaşabileceğimi öğretiyor zaman bana. Susuyorum çoğunlukla artık.
İsyansız yaşamayı öğreniyorum.
En azından deniyorum.
Çünkü biliyorum ki, zaman geçip başka insanlara karıştığımda, yaşadığım günlerin güzelliğini anacağım sadece.
Paylaştıklarımızı.
"Di'li" geçmişin beni rahatsız eden bölümlerinden çok, mutlu eden yanlarını keşfetmek, anmak, insanları anlayabilmek adına olgunlaştırıyor beni. Belki hepimizi.
Hiç kimseden tümüyle nefret etmiyorum artık
yine bağlanıyorum, yine çok seviyorum ama açık kapılar bırakarak.
Benim için de açık kapılar bırakılmasını istiyorum.
Çünkü ben mükemmel değilim.

Ve

biliyorum ki, her türlü acıyı, olumsuzluğu yaşadığımız halde, sıkça yinelediğimiz, "nerde o eski günler" veryansını, "di'li" geçmişe özlem, aslında çok kişinin benim gibi yaşamasından, düşünmesinden.
Gidenlerle, terkedenlerle yaşanılan güzel anıların belki de çok daha fazla olmasından.

Sevgiler.

Küçük bir notcuk: Ekstrem duygular bu yazıda yer almamıştır. Kurumları bağlamaz. Çekirdek dünyamızın insanlarıdır konu edilen.

13 Aralık 2011 Salı

Nasıl BEŞİKTAŞ'lı oldum?




Bizde, tuttuğu partiden, takımdan, yazardan, kısaca daha önce tuttuğu ne varsa artık, cayana "dönek" derler.
Ama
şöyle de bir şey var ki, tuttuğu partiyi, takımı, yazarı, kısaca kişileri tuttukları ne varsa "döndürmek" isteyende yine biziz.

Bu yazıyı okuyacak kartalların, "BJK'lı olunmaz, BJK'lı doğulur" sözleriyle bana itiraz edeceklerini, beni içlerine sindirmeyecekleri tehlikesini göze alarak;

Ben bir dönek'im diyorum ve bir dönekliğin öyküsünü yazıyorum.

Ben doğduğumda, bizim ailede rengarenk bir taraftar grubu vardı.
Ailemde herkesin tuttuğu takım farklıydı.
Yani doğuştan şaşkındım.
Ailede en çok sevdiğim insanın takımını mı tutsam, en çok gol atanı mı, renklerini beğendiğimi mi bilemedim anlayacağınız.


Futbolu hem çok seviyordum, hem de ciddi bir arayış içindeydim.
Yaşadığım şehrin takımının maçlarına babamla beraber düzenli olarak gidiyordum, hatta kardeşlerimin yakın arkadaşları olan futbolcuları birebir tanımanın, onlara dokunmanın hazzını yaşıyordum, ama nedense 3 Büyükler'in pırıltılı cazibesinden kendimi kurtaramıyordum.
Sonunda kararımı verdim, ve o senenin şampiyon takımını "benim takımım" olarak ilan ettim.

Uzun yıllarımı geçirdiğim 2. evimde de benden başkası benim takımımı tutmuyordu.
Birbirimize deli gibi tutkun bizlerin maç günleri birbirimize gösterdiğimiz sabır olağanüstüydü tabi.;) Derbi sonrası konuşma yasağı getirirdik evde.
Kimbilir belki de, taraftarın birbirine küfretmesine gösterdiğim tepki hep bu hoşgörünün eseridir.

Ama

3 kişilik evimizde diğer iki kişinin tuttuğu takım aynıydı, maçlardan sonra sarılışmalar, ağlaşmalar, çemkirmeler, sevinç, hüzün ne varsa işte birlikte paylaşılıyordu.
İtiraf ediyorum, arkadaşları arasında futbol tutkunu olmayan, maçları tek başına izleyen, her bi duyguyu sadece aynayla paylaşan ben, bu durumu nasıl kıskanıyordum, belli değil. O derece!

Yaşamın sürprizleri olur ya...

Onca yaşanmışlığın üstüne, pat diye hayatıma giren, Murathan Mungan'ın tabiriyle "uzun yolları göze alabilen" bir dostum oldu.
Yaşamın kıyısından beni çekip alan, yepyeni ümitlerle tam ortasına çekiveren, pırıl pırıl bir dostum.
Çok şeyi, hayatı paylaşıyorduk artık.
İkimizde futbol tutkunuyduk.
Ama

Can dostum takımına delice tutkuyla bağlı bir kartal'dı!

Maç günleri, arkadaşlarını aramasını, konuşmalarını, şakalaşmalarını hayranlıkla izliyordum. Deplasman maçlarını izlerken herşeyi unutmasını, sevincini, öfkesini, üzüntüsünü izliyordum gıptayla. BJK'ın yenmesi için dualar ediyordum, puan hesaplamalarını filan unutarak. O'nun mutluluğu herşeyden önemli olmaya başlamıştı.

O'na, iki kupa kazanan Beşiktaş'ın hatıra formasını almak için Kartal Yuvası'na girdiğimde içerdeki mutlu kalabalık atmosferin büyüsüne kapıldım gitti. Çıkmak istemiyordum. Herşeyi elledim dükkanda olan. Formalardan, kahve kupalarına kadar ne varsa dokundum.
Hani bir aşkın ilk kıpırtıları düşer ya midenize, çarpmaya başlar hızlıdan kalbiniz... işte tam olarak durumum buydu!
Elimde ona bir forma, kendime bir forma ve bir terlikle çıkarken yaşadığım mutluluk tarif edilemezdi.

Artık bir "dönek"tim.
Maçların heyecanını, çoşkusunu paylaştığım, dünyalardan çok sevdiğim bir dostum vardı artık benimde.
İçimde BeşiktAŞK büyütmüştüm dostluğun sevgisiyle, gücüyle hiç farkında olmadan.

Artık çok kartal'ın dediği gibi, sevgiliye duyulan sevginin önündeydi bu aşk.
Paylaşmanın keyfini yaşamaksa, olağanüstü bir duyguydu, reelde, sanalda.
Bir şampiyonluğa hayranlıkla başlayan takım tutma maceram, gerçek tutkuyla bağlandığım Beşiktaş'ımın fanatik bir taraftarı olarak gerçekliğine dönüşmüştü.

Dün gece Tayfur Hoca'nın, Serdal Reyiz'in, Ahmet Ateş'in özgürlüğüne kavuştuğu dakikalarda sevinçten hıçkırarak ağlarken, büyük takımım Beşiktaş'ımın "gururlu bir dönek" taraftarı olmanın mutluluğunu olağanüstü yaşadım, başka hiç bir şey düşünmeden.

Hayatımda bir kez dönmüştüm, döneklikse doğruya dönmüştüm ama.